Tuesday, August 28, 2012

bu aralar...

en sürükleyici kitap: Safran Foer'den asiri gurultulu ve inanilmaz yakin
en çok dinlenen şarkı: red hot chili peppers'dan can't stop
en çok gidilen yer: starbucks
en özlenen yer: karadeniz
en çok izlenen dizi: game of thrones
en etkisinde kalınan film: incir receli ( yes, ancak izledim :) )
en keyif veren: kahve ve ılık hava
en hayıflandıran şey: işteki gergin insanlar

bunlar bu ara.. devamı bir ara... ;)

Monday, August 27, 2012

2011'de özlemişim :]

Masaüstümde 2011 özlediklerim isimli bir klasör buldum...
açtım baktım 15 kadar fotoğraf var içinde...

1 yıl  içindeki ruh halimden yer yer alıntılar gibi...

bazen günlük tutar gibi, ruha ait bir kaç resim de koymalı kenara insan...
özellikle böyle sonraları bakması bir keyifli bir keyiflii :)

işte bir kaç tanesi..
fazla doğal...
ve de birbirinden fazla alakasızlar..
ama ben yine de sevdim..
altlarındaki yazılar ise klasörde kendimce yazdığım isimlere denk geliyorlar... :):)

benim eskiden böyle bir köpeğim vardı

 université Galatasaray

 o papatya

mastır yaptığım bu şehri, kenara attığım bisikleti.. çok özledim..

Sunday, August 26, 2012

ben bu son 1 yılda?

dinlediklerimden ve izlediklerimden etkilenirim demiş miydim?
peki ya okuduklarımdan??

elimde konusu ilginç kendisi müthiş bir kitap var..
nasıl başardı anlayamasam da..
ben..
tam da şu anda...
biraz düşünür haldeyim..
neyi mi?
bu son 1 yılda neler öğrendiğimi??

...

ben bu son 1 yılda;

can acıtan şeylerin bazen üst üste gelebildiğini öğrendim..
yükler gerçekten ağır bastığında benimki gibi güçlü geçinen ruhların bile çökebildiğini...
bazı sabahlar ağlayarak uyanabilecek kadar dibe vurabildiğimi...
ve hiç bitmeyecek hissini...
ama bittiğini..
inanılmaz dibe vurduktan sonra bile,
inanılmaz yükselişlere geçebildiğimi..

belki en önemlisi;
unutmayı öğrendim...
sabırla ve zamanla...

sonra;
can acıtmak istemesem de can acıtabildiğimi öğrendim...
farkında olsam bile,
benim de çaresiz kalabildiğimi...
içimden gelenle elimden gelenin farklı olabildiğini..
istemeden karşımdakini üzebildiğimi...
sessizce sabrettirmeyi...

hayatta hep,
başımıza gelenin aslında yaşamamız da gereken olduğunu öğrendim...
zor oldu ama başardım;
hayatımdan "Şöyle yapsaydım böyle olacaktı" gibi cümleleri,
ben,
çıkardım...
iyisiyle kötüsüyle,
olması gerektiği için böyle olmuştur,
bizim yaşamamız gereken budur...

gereğinden fazla sorgulamamayı öğrendim...
değiştirmeyeceklerimi kabul etmeyi...
kabul ediyorsam söylenmemeyi...
sinirli olmak yerine sakin olmayı...
susmayı....
her şeye karşı çıkmamayı...
ama aynı zamanda hakkımı da aramayı...
olanlara pek de takılmamayı... .
mutsuz eden her ne ise gözden çıkarmayı...
özellikle konu iş ise değişiklikten daha az korkmayı...
dert ne ise kendi içimde yaşamamayı...
usulü ile dile gelene her zaman çözüm bulunacağını....


mutlu edecek olanı kovalamayı öğrendim...
geçmişi uzaktan görebilmeyi...
biraz cesaretli olmayı...
konu aşksa kaybettiğim hayallerin peşinden gitmeyi...
bazen soru sormadan sadece değer vermeyi...
canımı yakanı affetmeyi...
affedebilmeyi...
yoluna girince hayat, kıymet bilmeyi...
eskisinden daha çok hayaller kurabilmeyi...
mutluluğu saklamamayı... hem de hiç saklamamayı...
sevgiyi dile getirebilmeyi...
ve değerini de sonuna kadar bilmeyi...
...

evet,
hayat herkes için hızla akıp gidiyor..
ve ben,
elimde kalanlara baktığımda,
kendimi mutlu, hem de musmutlu,
bi de gerçekten şanslı... hissediyorum...

:)

the end

rosé

bence mutluluğun rengi,
özellikle mevsimlerden yazsa,
kesinlikle rosé... :):)

Urla

ben severim gelişigüzel yapılan planları...
önceden araştırma olmaksızın, bilip duyduguma değil, gözüme güzel gelen yerlerde takılmayı...

bu zamana dek sadece ismini duyduğum bir yer vardı..
Urla'ydı adı..
hayatımda böyle tesadüfi bir yeri oldu...
çoook da güzel oldu :]

gerisi mi?

salaş ve ucuz bir mekanda..
bol balık, bol roka..
bolca dalga sesi sonra..
aşağıda fotoğrafını gördüğünüz masada..
bir de beyaz şarapla...

evet dostlar...
bırakın internetten "X yerde gidilecek yerler"i araştırmayı...
arada sırada da olsa kontrolü bırakın..
ilk fırsatta....
ister yaya, ister arabayla...
sadece gidin...
ve dünya gözüyle gördüğünüz en sevdiğiniz mekanı seçin...

Friday, August 17, 2012

Olalaa.. tatil!

çok geç geldiği için mi bu kadar kıymetli bilmiyorum...
sonunda ben de uzun bir yaz tatiline çıkıyorum...

eskiden, yeterince yorulmadığımdan olsa gerek, tatilleri gezip görerek geçirenlerdendim..
ama bu sefer art arda kapatıyorum haftaları..
güzel güzel dinleniyorum...

an itibari ve bir tatil silsilesi ile...

ben deniz..
ben kum..
ben kitap..
ben şarap..


Monday, August 13, 2012

aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın

bazıları kitapları filmlere,
bazıları ise filmleri kitaplara...
tercih eder..
ben ilk gruptanım...

bazı kitapların adına vurulurum..
bazılarının kapağına..
bazısının konusuna..
bazılarının arka kapak yazısına..
aşağıdaki kitap ilk gruptan...

işte size hem filmini izlemeden önce bir nefeste okuyup bitirmek
hem de adını görür görmez almak istediğim bir kitap;
"aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın"

okuduktan sonra memnun kalırsam yorumlarımı ayrıca paylaşırım,
ancak şimdilik bu kitap önümdeki tatil silsilesinde,
okunacaklar listesinde,
bir numarada...
et voilà...

biraz mizah biraz izah :]

vallahi Galatasaray taraftarı olduğumdan değil,
bence gerçekten komik :]:]

Tuesday, August 7, 2012

into the wild

okuduğumdan/izlediğimden bir şeyler öğrenmeyi, kendime katabilmeyi hep sevdim..
into the wild da benim için onlardan biri...

2007 yapım bu film, gerçekten alıntı bir hikayeyi anlatıyor...
zengin bir çocuk, diplomasını alıyor, ailesinin yüzüne bir güzel çarpıyor..
ve sahip olduğu her şeyden vazgeçip yollara düşüveriyor...
belirtmekte fayda var; buradaki "wild" pek öyle mecazi anlam içermiyor...

mutluluğu farklı şeylerde arayan bu çocuğun ilk psikolojisi şu:

You are wrong if you think that the joy of life comes principally from human relationships. God has placed it all around us. It s in everything. It s in anything we can experience. People just need to change the way they look at those things.

Şu cümleyi duyduktan sonra ister istemez etkileniyorsunuz..
iç ses harekete geçiyor, kendinizi sorguluyorsunuz...
eldeki problemler önemini yitiriyor..
belki insanlar da değerlerini..
mutluluk yönünü değiştiriyor..
özgürlük ayaklanıyor..
algınız başkalaşıyor..
gerçeklik kavramı boyut değiştiriyor..
ne isterseniz onu yapmaya hakkınız olduğunu fark ediyorsunuz..
ertesi gün işe gitmek/okula gitmek gereksiz,
bu zamana dek mücadele ettikleriniz ise anlamsız geliyor..

siz bir yandan filmin görsel büyüsüne kapılıp bir yandan da kendi iç sesinizle dertleşmeye devam ederken, bu çocukcağız i-na-nıl-maz özenilesi deneyimler yaşıyor...

lakin sevdiği her şeyi ardında bırakan bu çocuğun hikayesi şu cümleyle sonlanıyor:

happiness is only real when shared...

Yani film, bence, birbirine zıt iki mesaj veriyor...

Varın siz bu mesajlardan kendinize uygun olanı alın.
ancak benim kendime aldığım şu;

yüreğimizin götürdüğü yere gitmeye hepimizin hakkı var..
bize dayatılanı sorgulamaya..
farklı şeyler yapmaya..
özgürlüğü hissetmeye hepimizin ihtiyacı var...
genel geçere uymamak..
kendi mutluluğumuzu kovalamak..
bunların hepsi olabilir...
ama bence de -aynen mesajdaki gibi-
"mutluluk yalnızca paylaşıldığı zaman gerçektir"
insan dediğin başka bir insandan bağımsız olamıyor arkadaş..

Sunday, August 5, 2012

yetmiyor zaten

hepimiz zaman zaman zor günlerden geçmez miyiz?
yitip gitsin, biz tükenmeden tükensin.. demez miyiz?
kaybettiğimizde anlaşılmaz mı bazı şeylerin değeri?
kıymeti daha çok bilinmez mi?

işte ben, son günlerde, iş nedeniyle, böyle bir takım günlerden geçiyorum...
çoğu bitti azı kaldı... diye diye kendimi avutarak yaşıyorum...

bu şarkı ben ve benim ruh halimdekilere gelsin bu yüzden...

insan olmak yetmez, yetmiyor zaten.. superman superman olmak lazım bazen...