Sunday, September 30, 2012

Macaron

Geçtiğimiz ay Ayvalık'ta çok tatlı bir butik otelde kaldım...
Adı Macaron -tatlı demiştim :p- Konağı... (detaylara buradan)
oteldeki konaklamamız boyunca şu tatlı bıdığı bir kaç gece kucağımda yatırıp uyuttum..
şu anda alıp eve getirmediğime çok pişmanım.. :]
bu kış, fırsat bulursam, tekrar Ayvalık'a gidip, bu kızı bir kez daha doyasıya sevmek istiyorum...

Sultanı Öldürmek...

Efendim, kendisi, 2012 Nisan'da çıkan bir Ahmet Ümit kitabıdır öncelikle...

İlk defa Ahmet Ümit okuyacaklara;
Gidin başka kitaptan başlayın!
derim... :]

Yok ben daha önce de okumuştum'culara;
Ahmet Ümit'in diğer kitaplarındaki polisiyelik yerini bu kitapta tarihe ve psikolojiye bırakmış..
Polisiye ise kitabı daha okunabilir kılmak için işin kozmetiği niyetine kullanılmış...
Yani okumadığınız başka Ahmet Ümit kitabı varsa oradan devam edebilirsiniz :] :]
Şaka bir yana; kitabı Mayıs ayında ve ilkbahar ruhunda okumaya başladığım için oldukça zorlandım (kitap hep kar hep kış hep kıyamet)..
Ancak hem bir şeyler öğreneyim hem diğer kitaptan özlediğim komiser Nevzat ve saz arkadaşları ile hasret giderim diyorsanız, tavsiye edilebilir...

Bu arada ilginçtir, bu kitabın bir de tanıtım filmi var :) merak edenler buyrun buraya...  ancak okumayanlar dikkat etsinler, içinde bol miktarda spoiler bulunmakta...


Tuesday, September 25, 2012

hangover

bazen boş beleş filmler iyi gelir ya insana..
ölürsünüz gülmekten..
kafanızda daha önce ne varsa alır götürür..
geriye bomboş bir teneke bırakır...
işte bu film(ler) onlardan biri...

ilkini izleyenler genelde ikincisinden sıkılsa da..
ben tek başıma izlerken bile kahkahaları bıraktım gitti...
gözyaşları ben gülerken aktı gitti...

bir de geriye jargon bıraktı bu film bende:
"hangover olmak" :)
özellikle izlemesi hangover olanları.. pek keyifliii... pek eğlenceliii :)

yitirmeden...

bugünün şarkısı... Pinhani'den... adı Yitirmeden...
keşke bazı şeylerin değerini yitirmeden anlayabilsek... ama "gerçekten" anlayabilsek...

özellikle videosu oldukça başarılı... sağır ve dilsizleri temsilen, işaret diliyle şarkının sözleri anlatılıyor.. merak ediyorsanız bi tıklayın derim...

Durup düşünmeye zamanın olur mu?
Yitirmeden anlamaz insan
Sevdiklerin yolun sonunda
Sarıl her fırsatında o insana,
Arkasından ağlayan olma
Geri getirmez çok ağlasan da
...
Güzel günlerimizin bittiğini sanma
Belki bir daha böylesi olmaz
Ama her bi gün güzel aslında
Yakın durmanın zor olduğu ortada
Uzak olmak her zaman en kolay
Ama en zoru yalnız olunca

Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış


klipten...

caddebostan sahil..

işte anadolu yakasında oturmanın en sevdiğim bölümü...
caddebostan sahil..
daha medeni insanlar..
az biraz da olsa, daha sessiz yollar...
hemen kenarı yol olmayan bir deniz..
uzunca bir sahil..
yemyeşil çimler..
etrafta gençlikler..
katlanan sandalyeler...
bir kahve, bir kitap...
ve bir de biz..
leziz...


 
 

Monday, September 17, 2012

Yaşlılık

Zülfü Livaneli'nin Yaşlılık adlı yazısını okudum bugün…
Yazının adı Yaşlılık olunca insanın kendi yaşlılığını düşünmesi de kaçınılmaz oluyor tabi ki…

henüz 20’li yaşların ikinci yarısındayken bile hayatın git gide daha güzel olduğunu düşünenlerdenim ben…
yaşlandığımdan değil, büyüyüp serpildiğimden J...
çünkü bence olgunlaştıkça insan, kime/neye ne kadar değer vereceğini,
ne için üzülüp sevineceğini...
daha iyi hesaplıyor…
eskiden dert edileni artık takmıyor...
olgunlaştıkça kendi değerini daha iyi anlıyor…
onu mutlu eden şeyi… onu mutlu eden insanı… ayırt edebiliyor…

yaşlılığıma gelecek olursak yeniden…
kısmet olur da görürsek eğer...
bence keyifli olacak yaşlılık…
Zülfücüğümün de yazısında belirttiği gibi, aynen,
değerlendirilen değil, değerlendiren olmak, kolay gelecek bizlere..
"hoca hep bildiğim yerlerden sordu" hissi verecek…
gençliğe göre hırslar, beklentiler azalacak…
önümüzde elde edilecekler değil, ardımızda elde edilmişler olacak…
güzel olacak…
sağlık, bir de pek tabi birlikte yaşlanmak istediklerin varsa yanında,
yenmeyecek tadından… yaşlılığın… bence...

Sunday, September 16, 2012

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın 3

Bazı kitapları hemen bitirmemek için yavaş yavaş okursunuz ya.. Bu kitap onlardan biri oldu benim için...

Adı Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın... Orjinal adı Extremely Loud and Incredibly Close... Yazarın adı Jonathan Safran Foer...77 doğumlu.. İlk kitabını henüz 25 yaşındayken yazmış.. Kıskanılası :] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın ise ikinci kitabı... Kendisi kitap yazmamış, resmen edebi bir şov yapmış...

Kitabın konusu olağanüstü değil bence... Bu kadar özel kılan ne derseniz kesinlikle anlatım teknikleri ve kurgusu derim... Bazılarını zorlayabilir tarzı, bazıları "sadede gel Jonathan" diyebilir ama ben bu kitabı "yere göre sığdıramadıklarım" arasına koydum bile...

Kitapta esas oğlanın adı Oscar... Oscar'cık henüz 9 yaşında.. 11 Eylül'de babasını kaybediyor.. Ölümünden 2 yıl sonra babasından kalan bir vazonun içinde bir anahtar buluyor.. Ve Oscar anahtarın açacağı kilidin peşine düşüyor... Kilide yaklaştıkça babasına da yaklaştığını düşünüyor Oscar... Tek tek kapıları çalıp tüm kilitleri deniyor.. Ve hesaplarına göre Newyork'ta hala denenmesi gereken 162 milyon kilit bulunuyor... İşte tam bu sırada kesişiyor bazı hayatlar... İç içe giriyor insanlar... Ve git gide, hikaye, dramatik bir olaydan umut verici bir sona dönüşüyor.

Kitapta Oscar'ın hayal gücü etkileyici, icatları eğlenceli... Bolca kullanılan resimler ise sürükleyici.. Okuduklarınızın ardından şak diye açılmaları dumur ediyor... Son sayfalardakiler özellikle... Kilitliyor... Hikaye yalnızca Oscar'ın ağzından anlatılmıyor... Babanne ve dede de söz haklarını kullanıyor zaman zaman... Bazen o sırada kimin konuştuğunu anlamıyorsunuz.. Ama sevilesi bir karmaşa yaratıyor bu durum... Sevgili Jonathan benim gibi altını çizerek kitap okuyanları da düşünmüş sağ olsun, bazı sayfalarda mor kalemle çizilmiş satırlar... Filmi de çevrilmiş kitabın, isimden kaybetmiş ve pek sevilmemiş (hep şu yanlış çeviriler!)... Fragmanı bile güzel, izlemek isterseniz buyrunuz...

Kitapta beni en çok ne etkiledi derseniz, yukarıda yazdıklarım aksine, 11 eylülde, kulelerin yıkılma anına dair anlatılan her şey, derim... 11 eylül dışında altını çizdiklerim:

“Yitirmek hiç sahip olmamaktan iyidir. Hiç sahip olmadığım bir şeyi yitirdim ben.”

"Terk etmeni affedebilirim ama geri dönmeni affedemem."

"Hiçbir şeyi özlediğin şeylerden daha çok sevemezsin."

"Yaşamak zorunda olmamız fenaydı ama asıl trajedi tek hayat yaşamak zorunda olmamızdı çünkü iki hayat yaşayabilseydim birini onunla geçirirdim." 

"Savaş" ... "Hiç sebepsiz birbirimizi öldüreceğiz! Bu insanlığın insanlığa açtığı bir savaş ve ancak savaşacak kimse kalmadığında bitecek."

"Hayatına bir sürü insan girer ve çıkar! Binlercesi! Girebilsinler diye kapıyı açık tutman gereklidir. Ama bu aynı zamanda gitmelerine izin vermek de demektir."

"Umarım bir gün sen de sevdiğin biri için anlamadığın bir şey yapma deneyimini yaşarsın."

Oscar

Tuesday, September 11, 2012

istanbul

heyt be şehre bak!

çubuk feraye

bazen karın hafif atıştırmak ister...
ama can hiçbir şey çekmez ya..
işte tam da o zamanlarda denemeniz için süper bir tavsiye size..
adı çubuk feraye...

reklam gibi olacak ama her defasında memnun kaldığım için canı gönülden tavsiye ediyorum...
Casita'da deneyebilirsiniz...
şimdiden afiyet ola ;)

vosvos

bunların sarısı çocukluk hayalimdi benim...
umarım bir gün ben de binebilirim...

Cunda

Bozcaada

Acıbadem

sarı kırmızıdan şekerleme

Galatasaray şampiyon olduğunda hediye gelmişti...
hala kıyamadım desem :]


aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın 2

Yaşamayı öğrenmenin bir ömür sürmesi ne üzücü, Oskar. Çünkü hayatımı yeniden yaşayabilsem, her şeyi farklı yapardım.
Hayatımı değiştirirdim.
Bana gülmesine aldırmadan öperdim piyano öğretmenimi.
Kendimi aptal durumuna düşürsem bile Mary ile beraber yatakta zıplardım.
Çirkin resimlerimi yollardım. Binlercesini.
Ne yapacaksın, diye yazdı.
Sana bağlı, dedim.
Eve gitmek istiyorum, yazdı.
Ev neresi sana?
En çok kuralın bulunduğu yer.
Anladım onu.
Ve daha çok kural koyacağız, dedim.
Evi daha ev kılmak için.
Evet.
Peki.

Monday, September 10, 2012

Life as I See it...

herkesin bir tarzı vardır..
benimki... sade...

her bloğun bir teması vardır..
bu bloğunki şudur bence..

"Life as I See it"

vapur ve keyif

bi vapur..
istikamet benim semt.. kadıköy..
yine son anda yetişmişim..
yer kapmak için kenarlardan zıplayarak binmişim...

ee başarmışım da tabi...
dışarıda oturabilen şanslılardanım vesselam..
ayaklarımıysa bir güzel dayamışım kenarlara..
çizgili pubuçlarımla...

hava ılık mı ılık...
güneş var ama sadece göz kıstırıyor..
hafif bir rüzgar... hafiften yüzüme yağan su damlaları...
tam eylül havası...

uzaktan da olsa muhteşem sarayburnu manzarası sonra...
okuduğum kitapları hatırlatan cinsten.. aydınlık..

çay simit martı üçlüsü yok bu defa.. çünkü onlar üst katta...
ama, arada sırada elde ettiğimizden olsa gerek, bu şansı..
vapur yinee güzel.. bu his heep özel..

işte böyle..
ben keyif.. vapur keyif... istanbul.. apayrı bir keyif.. :]

Tuesday, September 4, 2012

susuyorum≠düşünmüyorum

susuyorsam;
düşünmüyorum değil...

yine okuyorum haberleri..
şehit dediklerinde ürperiyor tüylerim..
daha fazlasını duymak.. izlemek... dinlemek..  is te mi yo rum...

ama..
bazen çaresiz hissediyorum işte..
çaresizce küfür ediyorum sadece...

Can Yücel'den ben ve benim gibi hissedenler için gelsin bu nedenle;

Şiirlerinde küfür etme diyorlar usûlsüz,
Lan bu kadar o. çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?


...